Fasten bei Kinder – Çocuklar açısından oruç
Dr. Ali Sak
Bu yazımda ağırlıklı olarak orucun çocuklar üzerindeki etkilerini ele alacağım. Konuya önce devletin önemli eğitim araçlarından olan TRT’nin, çocuk ve oruç konusuna nasıl yaklaştığını kısaca aktararak girmek istiyorum. TRT’nin gündüz ve akşam yayın kuşağında yayımlanan „Arthur“ adlı bir çizgi filmde 02.01.2009 akşamı çocukların oruç tutma gerekliliği ve ilk kez tuttuğu orucunu bozan çocuğun yaşadıkları anlatılıyor.
Kısaca:
Çocuk „oruç tutmak, yemek yemek kadar kolay“ diyerek heyecanla oruç tutmaya başladı. Ancak bir süre sonra açlığa dayanmakta zorlanan çocuk, orucunu açması için kalan saatleri saymaya başlıdı. „12 saat kaldı. 8 saat 44 dakika kaldı“ diyen çocuk, zaman geçirebilmek için televizyon izlemeye koyuldu. Ancak televizyonda yemekle ilgili reklamları izleyip iştahı kabarınca „Anlaşılan televizyon seyretmek kötüymüş. Kitap okuyacağım“ diyerek, kitaplığa yöneldi. Baktığı kitapların da yemeklerle ilgili olması üzerine bundan da vazgeçti. Daha sonra arkadaşına elektronik mektup yazarak „Bizde bayram yaklaşıyor. Oruç tutuyorum. Bir önerin (zaman geçirmek için) var mı?“ dedi. Arkadaşının önerisi üzerine çocuk, yakın arkadaşının evine gitti. Çocuk, arkadaşının evinin mutfağında pizzayı görünce dayanamayarak bir dilim yedi. O anda gökyüzünde kanatlı bir melek belirerek „Oruçlu iken nasıl yemek yedin? Artık küçük prensesim değilsin. Sana yüz karası diyeceğim“ diyerek çocuğu azarladı. Hemen ardından da çocuğun arkadaşları ortaya çıkarak, „yapamayacağını biliyorduk“ diyerek küçümsediler. Bu şekilde hem gökyüzünde beliren meleğin hem de arkadaşlarının kendisine yönelik tavrı nedeniyle sıkıntı yaşayan çocuk, ailesiyle konuşuyor. Büyükannesi çocuğa „yüz karası olmadığını orucun amacının günahlardan arınmak olduğunu“ anlatırken annesi de ilk orucunun sonunu kendisinin de getiremediğini söylüyor.
Türkiye’nin resmi bir televizon kanalında toplumsal olarak önemli olan ‘oruç tutma’ konusuna çocuk psikolojisine çok uzak bir dille değinilmesi, çocukların ruhsal gelişimine önemli ölçüde olumsuz katkı sağlaması açısından oldukça düşündürücüdür. İlk kez oruç tutan ve açlığa dayanamayarak orucunu bozan çocuğun TRT’de „yüz karası olduğu“ mesajının verilmesi çocuk psikolojisi açısından çok vahim bır durumdur. Vahim olduğu kadar da ileriki toplum gelişimi açısından da ürkütücüdür.
Tam burada kendi çocukluğuma kısaca değinmek istiyorum. Ailem Almanya ‘da olduğu için ben 8 yaşıma kadar dede ve babaannemin himayesinde büyüdüm. O dönemde Ramazan ayları biz çocuklar için çok özel bir zaman dilimiydi. Özel yemekler yapılır, büyükler biz çocuklara ve kendi aralarında ki davranışlarında daha çok imtinayla ve sevecen yaklaşır, toplu halde yemek yenir, kısaca farklı ve gizemli bir dönemdi. Özellikle sahurda çalan davul sesleri ve söylenen manilerle uyanmak sanki bir ayrıcalıktı. Ve ben, çocuk olarak mümkün olduğu kadar bu ayrıcalıktan faydalanmak isterdim. Her ne kadar babaannem ve dedem yaşım nedeniyle oruç tutmama izin vermeseler de sahura kalkmak, dedemin yanına oturup onunla ‘özel’ hazırlandığını düşündüğüm yemeklerden yemek, beni çok mutlu ederdi. Her ne kadar gün boyu açlığa dayanamayıp ‘orucumu bozunca’ üzülsem de, dedem beni yanına oturtur gülümseyerek çocukların orucu nereye kadar tutabilirlerse o kadar sevap alacaklarını, çok acıkınca da yemek yiyebileceklerini söyler, iftar zamanı da sanki orucumu tutmuş gibi, büyük bir sevecenlikle beni sağına oturtur beraber iftara başlardık. Hele bir de tam gün başarabilmişsem oruç tutmayı, o gün ben el üstünde tutulur, istediğim yemek hazırlanır, üstelik bir de harçlıkla ödüllendirilirdim.
Benim için o yaşlarda oruç tutmak bir nevi büyükülerin dünyasına girebilmek için bir fırsattı sanki. Bu şekilde büyük bir hoşgörü ve sevecenlikle bir takım islami veya geleneksel saydığımız kuralları öğrendim. Tüm bunları bugün hatırlayabiliyorsam eğer demek ki benim için unutulmayacak bir anıydı o günlerdeki yaşadıklarım. 1970 lerin başında yaşamış olduğum bu anıyı 2009 da TRT’nin sunmuş olduğu çocuk programındaki üslup ile karşılaştırınca insan kendi kendine sormadan edemiyor: ‘İnsanlık yoksa geriyemi gidiyor? Çocuklara orucun felsefesini anlatmakta neden bu kadar zorlanıyoruz? Yoksa islami örf ve adetler mi değişti?
Çocukluğun ilk yıllarında öğrenilen tutum ve davranışlar, genelde ömür boyu kalıcı olur. Sonradan karşılaşılan farklı sosyal ve kültürel etkiler (örneğin Türkiye ‘den gelen çocuklar için) onların edinmiş oldukları kültürel kazanımlarının özüne pek dokunamamaktadır. Bu nedenle ilk yaşlarda edilinilen kültürel kazanımlar çocukların ileriki yaşlarda ki gelişimini önemli derecede etkilemektedir. Çocuklar yanlış veya istenmeyen şeyler yaptıkları zaman, hemen yaptığının günah olduğu ve Allah tarafından cezalandırılacağı söylendiği takdirde çocuğun zihninde insanı kısıtlayan, hayatı zehir eden bir din imajı canlanacaktır. Bu da zamanla çocukları dinden soğutacaktır, cünkü insan, hayatındaki olumsuz olan deneyimlerden sürekli kaçma eğilimindedir. Oysa unutmamamız gereken bir şey vardır ki o da çocukların Allah katında davranışlarından henüz sorumlu olmadıkları gerçeğidir.
Peki oruç hangi yaşlarda tutulmalı?
Sağlık Bakanlığı’na göre 9 yaşın altındaki çocukların oruç tutmasının sakıncalı olabileceği, 9 yaşın üzerindekilerin oruç tutmasında ise sakınca bulunmuyor. Diyanet İşleri Bakanlığına göre ergenlik yaşına ulaşmış kişeler için orucu farz olarak görüyor. Buna karşılık bilimsel çevreler tarafından özellikle gelişme çağında oldukları için çocukların oruç tutmasının uygun olmadığı vurgulanmaktadır. Örneğin Prof. Dr. Mocan’a göre “çocukların düzenli gıda almaları gerekir. Öğrencilerin oruç tutması konsantrasyonlarını bozar“.
Okul öncesi çocuklara oruç tutturmak çocuğun gelişimi açısından çok sakıncalı bir dönemdir. Fakat oruç dönemi, her ne kadar Almanya’da davul sesi filan duyulmasa da, çocuklar için gizemli bir dönem olduğu için sahura kalkmasına izin verilebilinir ve 2-3 saati geçmemek üzere denemeler yaptırarak oruç tutmaya alıştırılabilinir. İlkokul ve ortaokulun ilk dönemindeki çocuklar (6 ile 12 yaş arası) için de aynı şey geçerlidir, fakat deneme süreleri uzatılabilinir veya arzu ettikleri durumda hafta sonları oruç tutabilirler. Ergenliğin başlangıcı olan 12-13 yaşlarından itibaren ibadet sorumluluğu başlamış olsa dahi, bu yaştaki çocukları da derslerinin ağırlığı, okuldaki durumunu göz önünde bulundururarak oruç tutmaya zorlamamak gerek.
Her ne kadar ‘oruç tutmanın zeka veya başarı azalmasıyla hiçbir ilgisi yoktur’ dense de bilimsel veriler aksini göstermektedir. Örneğin oruçlu 265 üniversite öğrencisi arasında yapılan bir araştırmaya göre, deneklerin yaklaşık 50% si daha az aktivite içinde oldukları, daha az konsantre olabildikleri ve öğrenmeye isteksiz oldukları tespit edilmiştir. Bu ve benzeri araştırmalar kesin olarak göstermektedir ki oruçlu insanın konsantresi, algılama ve öğrenme yeteneği düşmektedir. Beynimiz en çok enerji tüketen organımızdır. Beynimiz hacim bakımından vücudun yaklaşık 2%sine tekabül etmesine rağmen, kandaki şekerin yaklaşık 50% sini tüketmektedir. Bu nedenle okul çağındaki çocukların, zihinsel çalışmaları önemli ölçüde etkileyebileceği için oruç tutmaları bilimsel olarak tavsiye edilmemektedir. Kaldi ki günümüzde zihinsel işlevler çok daha fazla önem kazanmaktadır. Yoğun çalışma temposu içerisinde olan çocuklarımızın okul döneminde bir ay oruç tutmaları onları Alman akranları karşısında bilinçsiz bir şekilde çok gerilere atmak demektir. Gerek dil gelişimi, gerekse genel zihinsel gelişme açısından olsun, Almanya ‘daki çocuklarımızın eğitim durumu zaten pek iç açıcı değilken, onlara bir de oruç tutmayı zorlamak, bir eğitim gönüllüsü olarak tasvip edemiyeceğim bir durumdur. Elbette oruçlu iken de derslerini iyi taip edebilen çocuklarımız vardır. Fakat ‘istisnalar kaideyi bozmaz’ diyerek istisnalar üzerinde durmamak gerekiyor. Elbette çocuk istekli olarak orucu tutmak istiyorsa, onun da şevkini kırmamak, hatta desteklemek gerekiyor. Fakat genel olarak yanlış bir ibadet anlayışı ile çocuklarımızın gerek sağlığı ve gerekse eğitimini engelleyici bir tutum içerisine girmemek gerekiyor.
Tüm çocukların bizim olduğunu, hepsinin geleceğinden sorumlu olduğumuzu ve onların geleceğin toplumunu oluşturacaklarını unutmamalıyız ve aile olarak sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız.